Evet, bir kitapla daha karşınızdayım. Yavaş yavaş bloga kitap yazmaya başladığımdan beri birikmişleri bitiriyorum.
Öncelikle yine biraz yazarımızdan bahsedeyim; gerçi Camus'un bundan önceki iki yazara göre çok daha tanıdık olduğunu zannediyorum. Kendisi çok yönlü ve kısa ama dolu dolu bir hayat yaşamış bir şahıs olduğu için onun hakkındaki yazımı kısa tutacağım. Bunun sebebi tembellik değil, ne kadar uzun yazsam da tam anlamıyla her yönünü anlatamayacak olmam.
Camus genellikle Varoluşçulukla ilişkilendirilir (kendisi bunu reddediyor ve -bu bana ilginç geldi- Sartre'nin de kendisinin de varoluşçulukla ilişkilendirilmelerine şaşırdıklarını belirtiyor). Kendi iddiası şudur ki, bireysel özgürlüğü hiçbir zaman elden bırakmadan Nihilizme karşı hareket etmiştir.
Camus'un siyasi hayatı bu lafları doğruluyor bana kalırsa. Kendisi Cezayir asıllı olduğu için, Cezayirliler'e yapılan ayrımlarla mücadele uğruna Fransız Komünist Partisi'ne katılmış. Bir süre sonra Cezayir'de kurulan Cezayir Komünist Partisi yerine Cezayir Halkın Partisi'ne destek verdiği için Troçkist damgasıyla partiden atılmış (tarihteki bütün komünist partilerdeki kangrenleşmiş sorundur bu: farklı fikirlerden ölesiye korkmak. Ama bu başka bir yazının konusu). Bu durum Camus'un duruşunu etkilememiş. Zaten temelinden komünist olmayan, daha çok anarşizme yatkın olan Camus birçok tarihi olayda (Doğu Almanya isyanı, Macar Devrimi vs.) anarşistleri desteklemiş. Buradan da anlayacağınız üzere Camus hayatı boyunca totaliter rejimlere karşı mücadele vermiş.
Edebi tarzına gelirsek... Camus hayatın ve insanın oluşturduğu yapıların anlamsızlığını kabul eder, ölümle sonuçlanacağı kesin olan yaşamın baştan umutsuz başladığnı söyler. Fakat buradan ,karşı çıktığı nihilizm gibi "değerlerin olmadığını" iddia ettiği ya da "umutsuzlukla kıvranalım" dediği zannedilmesin. Aksine Camus der ki, evet hayat anlamsızdır ama bu onu dolu dolu yaşamamızı engellemez. Hayat umutsuzlukla başlar ama bu gelecekten umut etmemizi, insanları ve dünyayı karşılık beklemeden sevmemizi engellemez. "Mutluluk, bir yerde ve her yerde, hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir."
Camus'un eserleri de genelde bu temel üzerine kurulu. Olaylar anlamsız ve çıldırtacak kadar garip. Ancak karakterler özgür ve kararlı.
"Yabancı" romanı kısa ve hızlı gelişen bir roman. Kahramanımız Meursault topluma yabancılaşmakta olan, hayatın anlamını yakalayamayan, olaylara (annesinin ölümüne dahi) aykırı bir nesnellikle yaklaşan genç bir adamdır. Bütün aykırılığının yanında, düşünce tarzını büyük bir açıksözlülükle ifade eder. Örneğin "Evlenelim mi?" diyen kız arkadaşına "Elvenelim ya da evlenmeyelim, bence bir," der çünkü ona göre gerçekten bu iki seçenek arasında bir fark yoktur. Meursault başkalarının seçimlerinin ve yazgılarının kendisini ilgilendirmediğini, aynı şekilde başkalarının da kendisine karışmaması gerektiğini düşünür. Ancak toplumun bakış açısı bu değil bildiğimiz gibi.
Meursault olayların gelişimi sırasında bir cinayet işler e mahkemeye çıkarılır. Bana kalırsa kitabın en müthiş kısımları bu mahkemeyi anlatan bölümler. Zira sıradan bir cinayet davasının, Meursault'ın aykırılığının toplumsal dogmalar ve ahlak kuralları bakımından yargılanmasına dönüşmesini izlemek gerçekten rahatsız edici ve düşündürücüydü. Adam öldürmekten mahkemeye çıkarılan bir adam, bir süre sonra annesinin cenazesinde ağlamadığı, cenazenin ertesi günü sinemaya gittiği için suçlanmaya başlanır; bu tür "toplum-dışı" bir kişiliğe sahip olduğu için topluma zararlı olduğu iddia edilir. Sonuç olarak mahkeme artık bireyin, bireysel özgürlüklerin toplumun totaliter bakış açısında yargılanmasına dönüşür.
Yabancı okuduğum en güzel kitaplardan biriydi bana kalırsa. Camus Meursault'ın aykırı nesnelliğini o kadar güzel yansıtmış ki, kitabı okurken Meursault'laştığınızı hissediyorsunuz. Birçok yerde onun gibi düşünüyor, kendinizi onun yerine koyuyor, "Neden böyle olmasın?" diye düşünüyorsunuz. Aynı zamanda farklı bir bireyin toplum tarafından dışlanması, yargılanması, mahkum edilmesinin dehşetini iliklerinizde hissediyorsunuz. Kısacası, tavsiye ediyorum bu blogu okuyan 3-5 kişiye.
Bir kitap incelememin daha sonuna geldim. Bir sonraki durak Ballard'dan Çarpışma olacak. Onun ardından Borges'ten Alef'i yazacağım. Görüşmek üzere efenim.
Camus genellikle Varoluşçulukla ilişkilendirilir (kendisi bunu reddediyor ve -bu bana ilginç geldi- Sartre'nin de kendisinin de varoluşçulukla ilişkilendirilmelerine şaşırdıklarını belirtiyor). Kendi iddiası şudur ki, bireysel özgürlüğü hiçbir zaman elden bırakmadan Nihilizme karşı hareket etmiştir.
Camus'un siyasi hayatı bu lafları doğruluyor bana kalırsa. Kendisi Cezayir asıllı olduğu için, Cezayirliler'e yapılan ayrımlarla mücadele uğruna Fransız Komünist Partisi'ne katılmış. Bir süre sonra Cezayir'de kurulan Cezayir Komünist Partisi yerine Cezayir Halkın Partisi'ne destek verdiği için Troçkist damgasıyla partiden atılmış (tarihteki bütün komünist partilerdeki kangrenleşmiş sorundur bu: farklı fikirlerden ölesiye korkmak. Ama bu başka bir yazının konusu). Bu durum Camus'un duruşunu etkilememiş. Zaten temelinden komünist olmayan, daha çok anarşizme yatkın olan Camus birçok tarihi olayda (Doğu Almanya isyanı, Macar Devrimi vs.) anarşistleri desteklemiş. Buradan da anlayacağınız üzere Camus hayatı boyunca totaliter rejimlere karşı mücadele vermiş.
Edebi tarzına gelirsek... Camus hayatın ve insanın oluşturduğu yapıların anlamsızlığını kabul eder, ölümle sonuçlanacağı kesin olan yaşamın baştan umutsuz başladığnı söyler. Fakat buradan ,karşı çıktığı nihilizm gibi "değerlerin olmadığını" iddia ettiği ya da "umutsuzlukla kıvranalım" dediği zannedilmesin. Aksine Camus der ki, evet hayat anlamsızdır ama bu onu dolu dolu yaşamamızı engellemez. Hayat umutsuzlukla başlar ama bu gelecekten umut etmemizi, insanları ve dünyayı karşılık beklemeden sevmemizi engellemez. "Mutluluk, bir yerde ve her yerde, hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir."
Camus'un eserleri de genelde bu temel üzerine kurulu. Olaylar anlamsız ve çıldırtacak kadar garip. Ancak karakterler özgür ve kararlı.
"Yabancı" romanı kısa ve hızlı gelişen bir roman. Kahramanımız Meursault topluma yabancılaşmakta olan, hayatın anlamını yakalayamayan, olaylara (annesinin ölümüne dahi) aykırı bir nesnellikle yaklaşan genç bir adamdır. Bütün aykırılığının yanında, düşünce tarzını büyük bir açıksözlülükle ifade eder. Örneğin "Evlenelim mi?" diyen kız arkadaşına "Elvenelim ya da evlenmeyelim, bence bir," der çünkü ona göre gerçekten bu iki seçenek arasında bir fark yoktur. Meursault başkalarının seçimlerinin ve yazgılarının kendisini ilgilendirmediğini, aynı şekilde başkalarının da kendisine karışmaması gerektiğini düşünür. Ancak toplumun bakış açısı bu değil bildiğimiz gibi.
Meursault olayların gelişimi sırasında bir cinayet işler e mahkemeye çıkarılır. Bana kalırsa kitabın en müthiş kısımları bu mahkemeyi anlatan bölümler. Zira sıradan bir cinayet davasının, Meursault'ın aykırılığının toplumsal dogmalar ve ahlak kuralları bakımından yargılanmasına dönüşmesini izlemek gerçekten rahatsız edici ve düşündürücüydü. Adam öldürmekten mahkemeye çıkarılan bir adam, bir süre sonra annesinin cenazesinde ağlamadığı, cenazenin ertesi günü sinemaya gittiği için suçlanmaya başlanır; bu tür "toplum-dışı" bir kişiliğe sahip olduğu için topluma zararlı olduğu iddia edilir. Sonuç olarak mahkeme artık bireyin, bireysel özgürlüklerin toplumun totaliter bakış açısında yargılanmasına dönüşür.
Yabancı okuduğum en güzel kitaplardan biriydi bana kalırsa. Camus Meursault'ın aykırı nesnelliğini o kadar güzel yansıtmış ki, kitabı okurken Meursault'laştığınızı hissediyorsunuz. Birçok yerde onun gibi düşünüyor, kendinizi onun yerine koyuyor, "Neden böyle olmasın?" diye düşünüyorsunuz. Aynı zamanda farklı bir bireyin toplum tarafından dışlanması, yargılanması, mahkum edilmesinin dehşetini iliklerinizde hissediyorsunuz. Kısacası, tavsiye ediyorum bu blogu okuyan 3-5 kişiye.
Bir kitap incelememin daha sonuna geldim. Bir sonraki durak Ballard'dan Çarpışma olacak. Onun ardından Borges'ten Alef'i yazacağım. Görüşmek üzere efenim.
Ben sevdim yazını da kitabı da hacı.
YanıtlaSilsenin düşüncelerini de şekillendirmiş gibi geldi Camus bana... (güzel anlamda:))
zeki demirkubuz Yazgı filmini `Yabancı`dan esinlenerek çekmiş.
YanıtlaSilthe cure de Killing an Arap die bi şarkı yapmış yine Yabancı'dan esinlenerek...