28 Mart 2009 Cumartesi

Siddhartha - Hermann Hesse

Ayran içtik ayrı düştük sevgili blog takipçilerim. Son yazdığımdan beri yaklaşık 10 gün geçmiş. Bunda vaktimin olmamasının etkisi büyük ama aynı zamanda, itiraf edeyim, okuma konusunda da tembellik yaptım ve Virginia Woolf'tan Jacob'un Odası'nı bir haftadan uzun bir sürede bitirdim. Bunun da etkisi var.
Neyse ne, sonuçta Hesse'ye geçmemim vaktidir. Başlamadan önce eksik, gedik bir şey kalırsa ya da bir yanlışım olursa affola; zira Hesse gibi birini yorumlamak zor iş.
Hesse'nin hayat hikayesi Almanya'da başlayıp İsviçre'de sona erdi. Kendisi sorunlu bir çocukluk ve -bir intihar girişimi de içeren- ilk gençlik çağı yaşadı. 18 yaşında bir kitapçıda çalışmaya başlayan Hesse, burada çok geniş bir kitap koleksiyonuna erişme şansına sahip oldu ve yazarlık yolundaki ilk adımlarını atmaya başladı. İlk yapıtları satış yönünden başarısız olsa da Hesse'deki cevheri gören yayıncı tarafından desteklendi. 20'li yaşlarında, Hesse'nin ana konularını oluşturacak olan Budist felsefesi ve Hindistan hayranlığı yeniden uyanmaya başladı (bunlara ilk olarak ailesinin yanında kalırken yakalanmıştı ve Schopenhauer'ın tekrar ilgi görmeye başlaması yeniden uyanışta etkili oldu). Bunların yanında Hesse teosofiyi de keşfetti (teosofi bütün dinlerin ruhların mükemmelliğe erişmek için kullandıkları araçlar olduğunu ve hepsinde doğru yanların bulunduğunu savunan fikir akımıdır). Bütün bunlar Hesse külliyatının belirleyici konuları olarak yerlerini aldı.
Hesse Birinci Dünya Savaşı'nda aktif olarak yer aldı ancak aynı zamanda Alman aydınlarını hamasi yurtseverlik dalgasına kapılmamaları için uyaran yazılar yayınladı. Bu Hesse'yi büyük bir tepki ve nefret dalgasıyla karşı karşıya bıraktı.
Hesse Nazizm zamanında da eleştirel tutumunu sürdürdü ve Almanya'da yasaklanan yazarlar arasına girdi. Aynı zamanda şunu da söylemekte yarar var: Hesse, Bertolt Brecht ve Thomas Mann'ın Almanya'dan kaçışlarına da yardım etti.
Hesse edebiyatının ana temalarının içeriğini biraz önce söylemiştim zaten. Hesse doğu gizemciliğine büyük bir hayranlık beslediği için kitaplarında gizemci öğeler ön planda. Daha önce, sanırım Borges'i yazarken, gizemciliğe sıcak olmadığımı belirtmiştim sanırım. Ancak bu durum, bu şekilde yazılmış kitaplardan zevk almamı engellemiyor tabi ki. Zira Hesse'nin Bozkırkurdu isimli kitabı en çok sevdiğim ve üst sıralara yerleştirdiğim kitapların başında geliyor. Bu bağlamda Siddhartha'yı da çok beğendim. Kitabın üslubu, olayların gelişimi ve Siddhartha'nın yolculuğu gerçekten söylendiği gibi bir başyapıta yaraşır şekilde.
Siddhartha bir Brahman'ın oğlu olarak dünyaya gelir ve bu şekilde büyütülür. Ancak ergenliğinin sonlarına doğru aradığı şeyi, yani Ben'den kurtulmayı, ölümsüz varlıkla bir olmayı, Brahman olarak bulamayacağını anlar ve çocukluk arkadaşı Govinda ile yollara düşüp Samanalar'ın arasına katılır (tembel okur benden bekleme Brahman ne imiş, Samana ne imiş, aç wiki'yi öğren). Ancak Siddhartha'nın arayışı Ben'den tamamen kurtulmaktır, geçici olarak değil. Bu arayış sırasında yolu Buddha mertebesine erişmiş bir insanla tanışmaya götürür onu, ancak Siddhartha Buddha'nın da kendisine yardım edemeyeceğini anlar ve kendi yolunu aramaya devam eder. Siddhartha yolculuğu sırasında bir şehirde paranın ve dünyevi zevklerin çekimine kapılır ve yıllarını bu şekilde boşa harcar. Ta ki silkelenip şehirden kaçana ve bir ırmağın kenarında bir kayıkçı ile dost olup oraya yerleşene kadar. Bu saatten sonra uzun zamandır aradığı şeye nasıl ulaşacağını farkeder.
Kitabın konusuna genel bir bakış atınca, ilk etapta beylik bir ruhani aydınlanma teması üzerine kurulu olduğunu düşünebilir insan. dünyevi zevklerden kaçma, kendini şehvet ve paraya kaptırma, arınma gibi alışılmış imgeler baskın gibi gözükse de, aslında Hesse Siddhartha'da alışılmış olan bilgelik, arınma, huzura kavuşma kavramlarını sorguluyor.
Bildiğimiz bilgelik kavramı genellikle şu varsayımın üstüne kuruludur: bir insan türlü zorluklar ve çabalar sonucunda bilgeliğe eriştiği zaman bir öğreti meydana getirebilir. Bu andan sonra bilge kişiyi kendine öğretmen belleyen insanlar, onun öğretisini takip edip kurallara uyarak bilgeliğe erişebilirler. Hesse bu noktada devreye girip bunun böyle olamayacağını savunuyor. Siddhartha bizzat Buddha'ya diyor ki, önemli olan bilge adamın bilgeliğe ulaşma anında yaşadıkları, bu özel deneyimleridir. Bilge insan başkalarına bilgeliği anlatamaz, zira bilgelik anlatılacak bir şey değil, yaşanacak bir şeydir. Bu sebeple kişiler bir öğretiye körü körüne bağlı kalarak değil, kendi içlerine dönerek, kendi Ben'lerini öğrenerek bilgeliğe ulaşabilirler.
Hesse'nin değişik bir yorum getirdiği bir inanç daha var. Bir çok din ve inanışta kişinin bilgeliğe ve arınmaya, ancak kendisini "yalan ve hayal" olarak görülen bu dünyadan soyutlarak ulaşabileceği anlatılıyor. Zaten Siddhartha'nın yolculuğunun ilk kısmı da hep bunun üzerine ilerliyor. Sürekli bir dünyadan ve kendinden kopma çabası... Hesse bunun yanlış olduğu kanaatinde. Siddhartha'nın nihayetinde eriştiği görüş aşağı yukarı şu yönde oluyor: Hayat bütün yönleriyle, canlı-cansız varlıklarıyla, ırmaklarla, dağlarla, hayvanlarla, insanlarla, insanların duygularıyla, hırslarıyla bir bütündür ve bütün yönleriyle ölümsüz ve kutsal varlığın parçasıdır. İnsan içinde yaşadığı dünyayı tanıyamazsa, Ben'ini tanıyamazsa, bunları sevemezse, her şeye derin bir sevgi duymaya başlayamazsa arınma denilen şeye erişemez. Kişi kendini hayattan ve bu dünyadan soyutladığı zaman ölümsüz varlıkla olan önemli bağlarından birini koparmış demektir.
Siddhartha kabullenmiş olanı sorgulamak, her şeyi ve herkesi sevmek üzerine verdiği derslerle öenmli bir kitap. Gizemci öğretilere ilgi duyan arkadaşlarımın gözünde yüce bir kitap statüsü kazanabilir. Ancak benim gibi gizemciliğe ilgi duymayan kişilerin bile seveceği ve önem vereceği bir kitap. Okumayanlara tavsiye ederim. Yine Hesse'nin elinden çıkma Bozkırkurdu'nu da okuyun lütfen. Getirdiği burjuva eleştirisiyle çok önemli bir kitap benim gözümde.
Evet sevgili okuyucularım. Yine bitişe geliyorum. Bir sonraki kitabım Virginia Woolf'tan Jacob'un Odası olacak. Onun ardından en sevdiğim yazar olan Kurt Vonnegut'tan Hocus Pocus'u yazacağım. Şimdilik görüşmek üzere.

3 yorum:

  1. yine güzel bir yazı gelmiş:)

    bende bozkırkurdu var bu arada.. okuyayım bari..ya ben artık organizasyonlara fln gelmiyorum kitap okicam;D

    YanıtlaSil
  2. hesseyi bana şiddetle öneren bir arkım var,o yzden merak ediyordum zaten yazını,geçen bana brechtin oyunu oynuyor mu bir yerlerde die sordu,siz gitmişsiniz galiba,hesse brechtin kaçmasına yardım etmiş,senden öğrendim,işte ben buna zincirleme tesadüf tamlaması derim:)

    YanıtlaSil