15 Nisan 2009 Çarşamba

Jacob'un Odası - Virginia Woolf

Eveet... Baya uzun bir süre olmuş yazmayalı yeni bir kitabı. Sınavlar, proje, işler falan filan... Anladınız siz.
Efenim Woolf'un ilk okuduğum kitabı olan Jacob'un Odası ile karşınızdayım. Yazılarımın çerçevesiyle ilgili alışkanlıklarımı değiştiremeyecek kadar üşengeç ve tembelim; bu sebeple yine yazarımızı tanıtarak işe başlıyorum.
Woolf Londra'da doğdu. Ebeveynlerinden ikisinin de önceki evliliklerinden çocukları vardı ve Woolf'un 3 öz kardeşinin yanında 4 tane de üvey kardeşi bulunuyordu. Woolf'un annesi ve babası birçok edebiyatçı tanıdığı olan insanlardı ve Woolf yoğun bir edebiyat havasına sahip evinde eğitim gördü.
Woolf'un hayatı ciddi sinir çöküntüleri ile dolu. Bunların ilkini annesi ikincisini de babası öldükten sonra yaşadı. Hayatının geri kalanında da sinirsel bozukluklar ve depresyonlar yaşamaya devam etti ve 1941 yılında evinin yakınındaki bir nehre atlayarak intihar etti. Bunların yanında, Woolf'un küçüklüğünde üvey abileri tarafından cinsel tacizlere uğradığı ve evli olduğu dönemde uzun süren lezbiyen bir birliktelik yaşadığı da bilinmekte.
Woolf'un edebi gelişimine geçeyim. Dediğim gibi Woolf zaten edebiyat dolu bir evde büyümüştü. 1900'lerin başında birçok edebiyatçıyla yakın dost oldu ve daha sonradan evleneceği Leonard Woolf'un da içinde bulunduğu birkaç kişiyle "Bloomsbury Group"u oluşturdu. Bu grup İngiliz edebiyatında etkiler bırakmış bir gruptur ve ayrıca ünlü "Dreadnought Hoax" şakasıyla bilinirler (okuruma ödev: Bloomsbury Group'u ve Dreadnought Hoax'ı araştır. Özellikle ikinciyi okumanızı tavsiye ederim, bence çok başarılı bir şaka).
Woolf'un tarzı genellikle deneyseldir ve karakterlerin duygusal ve psikolojik dünyalarına dayanır. Kitaplarındaki ortam genellikle sıradandır, olaylar çeşitsiz, az ve renksizdir. Ancak çok yoğun betimlemeler ve karakter incelemeleri görülür.
Jacob'un Odası Jacob adlı bir İngiliz'in çocukluğundan Birinci Dünya Savaşı'ndaki ölümüne kadarki hayatı üzerine bir roman. Jacob'un büyüyüşüne, Cambridge'e giderek bohem çevrelere katılmasına, kadınlarla ilişkilerine tanık oluyoruz. Roman Jacob'un ölümünün ardından bomboş kalan odasının, dolayısıyla etkilediği insanlarda bıraktığı boşluğun betimlemesiyle sona eriyor.
Jacob'un Odası olaylara değil karaktere dayanan bir roman. Jacob'u kitabın başkahramanı diye nitelendirebiliriz ama alışık olmadığımız bir şekilde başkahramanın düşüncelerine ve cümlelerine hiç denecek kadar az rastlıyoruz. Kitap genellikle Jacob'un hayatındaki diğer insanların -özellikle de kadınların- Jacob üzerine olan düşünce ve duygularının anlatılması ve incelenmesiyle ilerliyor. Bu yönüyle başrolün düşünce, duygu ve yaptıklarını merkeze oturtan klasik başkahraman romanlarından ayrılıyor. Şunu da söylemeliyim ki, kitabın sonu gördüğüm en ilginç ölüm tasviriydi.
Roman ayrıca 18. yy sonu-19. yy başı İngilteresi'ndeki üst tabaka ilişkilerine, bu ilişkilerdeki yapmacıklığa, boşluğa da ışık tutuyor. Jacob'un İngiltere'den ayrılıp Paris'e, ardından da Yunanistan'a geçişi; burayı hayat dolu bulması da Jacob'un Londra'nın bohem çevrelerinden yüz çevirmesi olarak algılanabilir.
Jacob'un Odası'nı okumanızı tavsiye ederim. Müthiş bir konusu olduğu için falan değil, değişik bir tarzla, Woolf gibi usta bir elden çıktığı için. Bu arada şimdi farkettim, bloga yazmaya başladığımdan beri incelediğim kitaplardan sevmediğim olmamış. Kısa bir süre içinde Vonnegut'tan Hocus Pocus'u yazacağım. Ardından, tekrar Camus'a dönüp giriştiğim Veba geliyor. Görüşmek üzere efenim...