Alef'i yazacaktım. En azından sayfayı açıp yeni kayıt tuşuna elim gitmeden önce niyetim buydu. Fakat sonra vazgeçtim. İçimde bir sıkıntı var. Sanırım isyan etmek istediğim ama tek başıma, tek bir birey olarak güçsüzlüğümü farkedip lanet ederek benliğimi susturmaya çalıştığım akşamlardan birini yaşıyorum.
İsyan... Ne kadar güzel bir kelime. Bu kelime sadece başkaldırı anlamını taşımıyor bana kalırsa; bütün o ihtişamı içinde başkaldıranın acılarını, uğradığı baskıları, insanın başka bir insanı ezmek ve yok etmek uğruna alçabildiği en dip noktaları, ve fakat bütün bunlara rağmen umudu, zafer ihtimalini, güzel ve güneşli bir geleceği taşıyor bu kelime o ufacık, beş harflik benliğinde.
Son aylarda içimdeki sıkıntı büyüyor. Neden bulmak çok kolay. Gazeteleri ve dergileri karıştırırken gözlerimin yandığı zamanlar çok oluyor. Açıyorum dergiyi ve Kongo'da yüzbinlerce insanın evlerinden kaçtığını, çocukların açlıktan ölmeye başladığını ve bütün bunların sebebinin para olduğunu okuyorum; pis, leş kokan, bizim yaratımız olduğu halde insan hayatından daha değerli gördüğümüz para. Sayfayı çeviriyorum ve üstünde kir ve yıpranmışlıkla kıvranan bir elbise, sırtında belki de tek mülkü olan bir çuvalla, sefalet içinde bir Çinli görüyorum ve sosyalizmi yerlerde süründürenlere lanet ediyorum. Ve başka bir sayfada alaşağı edilen Amazon ormanları var; o yüce, herhangi bir devletten, herhangi bir ekonomik kazançtan, herhangi bir çıkardan yüce ormanlar. O ormanlar yakılıp yıkılırken "her şeyin iyiisni market bilir" diye ortalıkta gezinen insan bozuntularının "Karbon Marketi oluşturalım, ülkeler parayla çevreyi kirletme hakkı satın alsın," demelerini okuyorum. Ah ne yazık ki bitmedi... Dünyada milyarlarca insan açlıktan kıvranır, milyonlarcası bırak kendini ısıtacak yakıtı, başını sokacak bir ev bile bulamazken; Amerikalı'nın kışın uzun kollu giymek istemediği için "parasını verir, çatır çatır yakarım" diyerek kendini oturttuğu yaşam standartına bakıyorum, iki yüzlülüklerine ve insana ihanetlerine lanet ediyorum.
Acaba niye yazdım bu yazıyı. Bir önceki paragrafı bitirirken kendime bu soruyu sordum. Sanırım sadece içimdeki sıkıntının birazını yazıya döküp kendimi rahatlatmaktı başlangıç amacım. Ya da belki sadece şunu söylemek istemiştim: Filistin'deki taş atan çocuk olduğum kadar, Sri Lanka'da kamplara kapatılan çocuğum aynı zamanda. Kongo'da oğlunun başında ağlayan babayla birlikte ağlarken, Afganistan kızını okutmak için mücadele eden anneyle birlikte savaşıyor, Atina'da polise taş atıyorum. Yani her zaman ve her şekilde, insanın yanında duruyorum...
İsyan... Ne kadar güzel bir kelime. Bu kelime sadece başkaldırı anlamını taşımıyor bana kalırsa; bütün o ihtişamı içinde başkaldıranın acılarını, uğradığı baskıları, insanın başka bir insanı ezmek ve yok etmek uğruna alçabildiği en dip noktaları, ve fakat bütün bunlara rağmen umudu, zafer ihtimalini, güzel ve güneşli bir geleceği taşıyor bu kelime o ufacık, beş harflik benliğinde.
Son aylarda içimdeki sıkıntı büyüyor. Neden bulmak çok kolay. Gazeteleri ve dergileri karıştırırken gözlerimin yandığı zamanlar çok oluyor. Açıyorum dergiyi ve Kongo'da yüzbinlerce insanın evlerinden kaçtığını, çocukların açlıktan ölmeye başladığını ve bütün bunların sebebinin para olduğunu okuyorum; pis, leş kokan, bizim yaratımız olduğu halde insan hayatından daha değerli gördüğümüz para. Sayfayı çeviriyorum ve üstünde kir ve yıpranmışlıkla kıvranan bir elbise, sırtında belki de tek mülkü olan bir çuvalla, sefalet içinde bir Çinli görüyorum ve sosyalizmi yerlerde süründürenlere lanet ediyorum. Ve başka bir sayfada alaşağı edilen Amazon ormanları var; o yüce, herhangi bir devletten, herhangi bir ekonomik kazançtan, herhangi bir çıkardan yüce ormanlar. O ormanlar yakılıp yıkılırken "her şeyin iyiisni market bilir" diye ortalıkta gezinen insan bozuntularının "Karbon Marketi oluşturalım, ülkeler parayla çevreyi kirletme hakkı satın alsın," demelerini okuyorum. Ah ne yazık ki bitmedi... Dünyada milyarlarca insan açlıktan kıvranır, milyonlarcası bırak kendini ısıtacak yakıtı, başını sokacak bir ev bile bulamazken; Amerikalı'nın kışın uzun kollu giymek istemediği için "parasını verir, çatır çatır yakarım" diyerek kendini oturttuğu yaşam standartına bakıyorum, iki yüzlülüklerine ve insana ihanetlerine lanet ediyorum.
Acaba niye yazdım bu yazıyı. Bir önceki paragrafı bitirirken kendime bu soruyu sordum. Sanırım sadece içimdeki sıkıntının birazını yazıya döküp kendimi rahatlatmaktı başlangıç amacım. Ya da belki sadece şunu söylemek istemiştim: Filistin'deki taş atan çocuk olduğum kadar, Sri Lanka'da kamplara kapatılan çocuğum aynı zamanda. Kongo'da oğlunun başında ağlayan babayla birlikte ağlarken, Afganistan kızını okutmak için mücadele eden anneyle birlikte savaşıyor, Atina'da polise taş atıyorum. Yani her zaman ve her şekilde, insanın yanında duruyorum...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilben bu kadar güzel cümlelerle ifade edemiyorum isyanımı:(( ama katılıyorum sana her kelimesine söylediklerinin.
YanıtlaSil